Dil Seçimi

MARALLAR OYMAĞINDA BİR CEYLANLA OTURUP AĞLAMAK




Marallar Oymağında Bir Ceylanla Oturup Ağlamak
Copyright © 2012, (Hasan EJDERHA)



Kapak: Ejderalp Sencer Fazlıoğlu





Kitabın tashihi ve sayfa düzeni çalışmalarına göz nuru sinen  aziz dost
Ahmet DOĞAN bey’e ve Furkan ŞAVKILI’ya teşekkür ederim




ISBN: 978-605-4384-48-8
Sertifika No : 14721


1.Basım, Haziran 2012



Baskı:
Sage Yayıncılık
Kazım Karabekir Cad.Kültür Çarşısı
No. 7/101-102 Altındağ / ANKARA
Tel : 0312. 341 00 02


Tüm hakları yazarına aittir. Yazarın izni alınmadan kısmen veya tamamen çoğaltılması veya farklı biçimlere çevrilmesi yasaktır.
                     

Yoldaşıma...


 

MARALLAR OYMAĞINDA
BİR CEYLANLA OTURUP AĞLAMAK

Hüznünü dağlara savuran
senin kırılgan ürkekliğin yok mu ceylan
ruhumu kanatlandıran
an be an kaçmaya hazır haline
ne aşklar susadı.

Ah ceylan!
ürkek aşkların zarif sultanı
karanlıkları silen aydınlığını
saklama dağlardan
senin gözlerinden kopan
bir deniz boğulur bende
merhametin ziyası sende parlar
güzellik sende kanat açar göklere.

Beni böyle koşturan arkandan
bir avcılık halidir sanma n’olur
aşka uçan turnalar içimde kanat vurur
denizler içimde kudurur
okyanuslar içimde durulur
sana âşık her avcı içimde vurulur.

İn ovalara ceylan!
bu yürekle sana haykıran
en soylu ağıtları sunmalıyım.

Bir tel hıçkırır derinden
gözlerinden kopan bir damla yaş aşkına
bir yiğit ölür pusuda haybeden
yapılar yükselir göğe şehirlerden
ağır yükler altında sokaklar erir
binlerce insan binlerce yalnızlığı emzirir.

İn ovalara ceylan!
buralarda yaşanmaz sensiz
şehirler kurmalıyız ceylanlar gezinen
kuşlar uçmalı göklerinde şehrimizin
marallar olmalı sokak başlarında
körpe yavrularını emziren
şaşırıp kalmalı avcılar iz sürerken.

Ay ceylan!
Boynumda bir vebaldir çağın insanı
kirlerinden oluşmuş zamanın lisanı

Her şeyin üstünde işgal var
bunalıyorum ay ceylan
içinden çıkamadığım bir hal var
ya sen balalar balası
yüreğinde ateş, gözlerinde hilâl var.

Sen ve ben ceylan
cerenler bizi izlerken yükseklerden
asrın çizgilerini çizmek üzre
hayatı hüzn’olan turnaların
aşkına denk bir aşkla
çeteleler tutmalıyız yine aşklara dair

Ceylan ceylan!
hüznünde beni an
senden aldığım yaralardandır
yüreğimden sızan kan.

Sen sultansın nazlan ceylan
Yürekler kanatan naz var sende
Kıtalara yayılan yaz var sende
Bir kurşunla hazan olan güz var sende
Her hücremde gezinen iz var sende
Yüreğime sürekli batan biz var sende.

Sen sultansın nazlan ceylan
Senden aldığım yaralardandır
Yüreğimden sızan kan.  

 ***

HASTA ANNELER ÜLKESİ*

İç söz
Karanlık kilit, yokluk kadar bir cam, aynalar kırık
Dilden beter kerpetenler çıkarır çivileri ancak
Salıncak kadar yalnız, urganın bağlandığı dal
Kaç taşa kaç yahudi düşer; yağmur bir daha gelirse şükür
Kaç anne birlikte ağlar? Salacada uzanmış
Filistinli çocuğa
Boncuğa değmeden gözü kurşunlar saydı
Annenin elinde bir boncuk olsaydı
Mavi kurdalede bir emzik, bayrak olurdu göklere
Yere değmeden kurşun, uçaklar hangi ülkeye hovarda
Dağlarda savrulan tüyleri kuşların
Ürkek bakışların, bağlanan taşların, ardınca ağladı anneler,
Yerler ve gökler ve sular şahit gözyaşlarına.
Naşına salâlar biriktirir gök ve toprak ve hasret ve çamur
Hamur pişmiş, on bir ay kadar yakın sultana ve cana
Hangi yana doğrulup da baksa babam sefil
Efil efil ezanlar eser minarelerden; saba makamı e güneş
Diriliş ilk ışıklarla, yatak içinde leğene dökülür abdest suları
Annem kadar bir hüzün, yüreğime akar kollarından annemin
Benim yüzüm haykırır titreyen sesine.
Sükûtun tersine bir ağıt
Kâğıt kalem kadar soylu bir dimağ, bölünen sesleri arar
Yarar toprağı tohum, yokluğum üzre türküler haram
Yaram kadar merhem, muhtaç bana şimdi; toprak soğudu
Ağıdı kadardır yüreği, anneyse okuyan beni.
Çığlığı üşümüş anneler, sıcak dualarla ısıttı yavrularını
Karnı burnunda kurduğu hayal gerçek şimdi
Aşermiş gibi yakın, toprağa ve yaprağa ve ağaca
Onca yalnızlığın sonunda,  kalabalık serviler uğuldar
Çok aşk, tarla bereket, zümrüt yeşili yaprak
Korkarak attığım adımlarıma yol süvari
Cümle sahabe, o kadar sabî, kalabalık ortasında annem
Bir görsem en derin rüyalarda yâri
Havari kesilir, beynimi yol eden düşünceler
Bir kere, bir kere daha haykırıyorum, anne gel
Geceler yolculuk, ardınca karanlık
bırakmayan dervişlere.
Dış söz
Fırtınalar parçalar çatısını;
depremler deler kurduğum yapıyı
Kapıyı kapatıp oturmuşum bir köşede
Türküler söylerim geçmişe ve geleceğe.
I
Hasta anneler ülkesinde yetimdir yüreğim
Üşüyeceğim anne baksana yüzüme
Ellerim ve yüreğim ve aklım üşüyecek
Düşleyecek ne varsa düşledim
Şimdi hasta anneler ülkesinde bir prensim
Dersim, annemin gözlerini ezber etmek
Okumak ne varsa orada 


Ankara’da bir hastane avlusunda
Biriktirdiğim gözyaşlarıma karıştırmak okuduklarımı
Dilekçemi sunmak, uyuşan dizlerimden çekilen kanla
Canla-başla biriktirdiğim umutlarıma bir yenisini katmak
Haykırmak içimin derinliklerine sonra
Annemin elinden öptüğüm duaların üstüne
Tüm bunların üstüne umutlarımı, gözyaşlarımı koymak
Doymak, anne bakışlarının en derinine
Zayıf ferine aldırmadan gözlerinin, bebekliğimi görmek orada
Bir tebessümle büyüyüp, aldığım şefkati iade etmek cömertçe
Mertçe yaptığım sokak kavgaları dönüşü ve bir bisikletten düşüşü
Dizimdeki yara ile anneme sunduğum acıların
İleriki yaşlarda çektiğim sancıların, anne şefkatiyle tedavisinin,
Bedelini öder gibi, sunmalıyım kat kat şefkati.
Bayati bir şarkıdan alınmış bir mısrayı, ya da hüzzam bir faslı
Dinler gibi geçmeli çocukluğum gözlerimin önünden.

Hasta anneler ülkesinde ölmekten korkarım
Her yer soğuk donarım
Lakin yüreği sıcak, ıpılık bakar gözleri annemin
Ninemin saçlarını mı almış ne! Apak
Korkarak bakışımdan, ben bile ürkerim, saçlarına annemin
Ninemin gidişi gibi el sallamakta beyazlığı
“Saçları ak olunca nine olur anneler
Nine olunca ölür anneler” diye bir söz duymuştum
Hayır! Ben uydurmuştum; yok böyle bir söz
Öyleyse içimdeki köz, neden yanar habire?
Sedire uzanmış babam neden kaygılı ve üzgün?
Dünyanın bütün anneleri hasta gelir bana
Dayana dayana biriktirdiğim acılar ve sancılar
Birlikte saldırır bütün azalarıma
Neden acı çekilince bitmez; dayandıkça birikir?
Zikir çeken dervişler gibi kaplar ruhumu cezbe
İzbe bir köşesinden odanın, ağlarım, göklere ve yere
Annelere adanmış şiirler söylemeliyim ve bebeklerine hasret annelere.
Hasta anneler ülkesinde kalmaktan korkarım
Yakarım yarım kalmış bir şiiri, annemin hatırına
Annemin hasta kartına notlar alan hemşireyi
Kaç mısra ile yazabilirdim ki?
İki satır reçeteyi,  on günde yazan doktoru ya da
Rüyada bile koşsaydım annemle, ayaklarını görürdüm
İşte o zaman annem de hürdü, ben de hürdüm
Şimdi gördüğüm; varla yok arası ayakları annemin
Âmin diyerek öğrendiğim duaların hepsi anneme şimdi
Bir hüseyni şarkı gibi,  ağıtlar yakar annenin biri
Çalışmaz ayağı ölü ayakları gibi, oysa yüreği dipdiri
Annem yatar başucumda,  bakarım
Annemin yüreğiyle anneme ağıtlar yakarım.
Hasta anneler ülkesinde çocuk olmaktan korkarım
Oyuncaklarım ne ki annem olmadan
Annem olmadan, artık çocuk olamam ben
Ney gibi inleyen sesi annemin
Ah anne! Hep üzerimde olsun isterim ellerin
Türkülerin en acıtan yerinde
Sen gelirsin aklıma
Duaların kaplamalı varlığımı
Kanımı dondurmalı ikazla bakınca gözlerin
Sözlerini takıp kulaklarıma, yollar aşmalıyım.
Hasta anneler ülkesinden gelmekten korkarım
Yanımda olmadan annem, çıkamam hiçbir yola
Her şeye hasta annemin gözlerinden bakarım
Korkularım cam kırığı, bir aşure tası kadar bereketli
Umutlarıma koşmalıyım, haykırmalıyım sonra habbe habbe.
Tespihi arşınlayan parmaklarım akmalı zamana
Ezana yakın bağdaş kurarak bekleyen babamın saçları
Karışmalı ruhumun derinliklerine, abdest ıslaklığıyla
Yayla yollarında bıraktığım çobanlığım
Ya da amele çocukluğuma dönmeliyim belki
Ak çadırların kararan direkleri, tarlalara dönüşürken
Çocukluğumdan dönüşen adam bu mu?
Ürkek, kaygılı…
Hasta anneler ülkesinin sâkini, bu adam ben miyim?
Nergis toplamak için yürüdüğüm dağlar
Bir sümbül için tırmandığım kayalardan ne kaldı
Ah çocuk olsam, sapasağlam olsa annem yanımda
Yürüsem kırlara baharda
Şimdi kitaplarda görmek;
Ağırıma gidiyor tüm bunları, bu güzellikleri
Hasatı kalkmış harman yeri kadar yalnız kaldı yüreğim
Bir de kitaplarım, öykülerim, şiirlerim
Elimde kalansa, hasta anneler ülkesindeki prensliğim.
II
Çocuk oluversem, biliyorum annem taze gelin olacak
Salıncak, oyuncak, hepsi emrime sunulacak
Annem hasta olmayacak.
Yeniden öğrenecek olsam da cüzü
Gecelerinden korktuğum gündüzü
Annemle yaşamak vardı
Geçirdiğim güzel günlerin hepsi
Annem kadardı.
Mevsimler:
Annem hastalanınca kış,
Annem iyileşince bahardı.
Kanadı gözlerim; hadi sil anne
Ben Afrika’nım; yüreğin, Nil anne
Komşun olayım da gittiğin yerde
Görünce orada; beni, bil anne


Şiirler söyledim, yazılar yazdım
Her telifimde; sendendir,  dil anne
 III
Yüksek servilerin altında, anne cenazeleri beklerken devler
Çocuk hıçkırıklarıyla dolar, annesi ölen evler
Annem dönecek diye bekleye dursun çocuklar
Dönmeyen annelere şahittir, kabir başındaki serviler.
Nice yolcular geldi, hepsi de gitti mutlu ve bahtiyar
Her diyar izler taşır onlardan ve tatlı hatıralar
Bakarlar gidenlerin arkasından kalanlar
Anlarlar ki bâki değil hayat ve bir bâki hayat var
Şimdi gidenler kadar kalanlar da bahtiyar.
“Essalât-ı hayrın minen nevm” i müezzinle söyleyen anneler
Her geceyi gündüze, dipdiri dualarla teslim ederler
O günlere erişecek gelinler, eleğini duvara asmış nineler;
Bilirler ki; birer birer koşacaklar çağrına, erlerine bile danışmadan
Ey dağlar! Şahidi sizsiniz, hasta annelerin çağlayan kalbinin.
Sen varsın ve birsin ey yar, sana gidince yol, aşk da var
Anne kadar özleyince aşkı; yol bulur, gitmek isterse insanlar
İşte yol, koşmalısın, hazır buna ruhun
İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi raciun.

*Yağmur Dergisi-Temmuz-Ağustos-Eylül/2008- Sayı/40

***

SUYA EĞİLİP AY’I ÖPER ÇOCUKLAR* 

Pınarlar soğutur, soğuk duvarlara akar çağrı
Nerde! Hangi cana mercan sundu ki denizler
Şiir burcu ve hüzzam; bir makam öylesine durur
Ruhumu inletir name; hücrelerime kadar kudurur
Vurur bestelenmemiş ağıtlar kıyılara
Kayalara haramilik hünkârdır dalgalarda
Bir daha, bir daha; sonra ağıtlarda sükût…
Gözler yolcular bekler, eller duada

Ağıdı yaylalarda saklı köylüler
Gurbete gidince niçin ölürler?
Dökülürler yollara, önlerinde bir hayâl
Ağyar bir hayata sürükler ayakları
Yazları hiç göremedikleri köylerini
“Güzeldir köyüm” derler bilmeden
Oysa yarım bir yılda yaşadıkları
Karın üstünde, hasta çekilen döven


Ne çok fotoğrafı var benim ülkemin
Fotoğrafı çekenlerin ve çekilenlerin
Çektiği üzre türküleri söylemedim daha
Kıyısından başlanınca kocaman bir hayata
Daha küçük görünmek mi normali
Hâl-i pür melâli toprak olma ihtimali
Yalnızlıklar mı biriktirir gelmeyecek yolculara.
 

Birinci parantez içi 

(Öyle bir hâl-i pür melâl ki bu;
yokluğu sıcak yer kabuğu,
kıvamı hasret.
Çoğaldıkça acıyı bitiren
geldikçe gidilen, gidince,
güvercinler gibi
seyri eğri bir dal bırakmadan doğrultan hayatın,

arkasından bakıp kaldık ya şimdi
hangi ikindi dönüp de yurduna
aydınlatacak kimliğimizi ve dirliğimizi
ellerimizi
kaldırınca göğe, gelir yüreğimize.)
 

Melâl çöllerinde sustu ceylan, avcıya ne gerek
Erek, atların nallarında parıldar, aydınlansın dünya
Anadolu dünyanın ortasında bükülmez direk
Şimdi gerçek, gerçekleşmez denilen kutlu rüya.


Bir daha olmamak için olmak nedendir ki?
İkindi sofralarında yalnızlık çağrı mı dostluğa?
Boşluğa koşmak kadar boşsa atılan ok
Hanidir? Hangi sultan yakındır koltuğa?
Yormadan hayatı yorulmaksa çâre
Daha başlamadı ağlamaya şehirler.


Yormadan hayatı yorulmaksa çare
Hikmeti yok, sözüm yok dağlara
Kalsın kâkül yerinde aynalar bîçâre
Gençliğe küpedir açılan her yara.


Sürülünce; tarlaya imrenir bider kuşları
Yağışları beklemeden taneyi toplarsa
Neyi kıskanmalı ki çiftçiler ve çocukları?
Kastı, kurt kuş hakkını bilmeden yaşamaksa
Sözü bitmedi yolcuların, çağrıysa yakın
Beklenen kelebekler ve çiçekler ve arılar
Bebeği geldi gelecek dedirten ağrılar…

Tersine tutulan bir kalem yazar mı mîrim?
Ölüm ve dirim üzre yemin ki geleceğim!
Neyse can için cana susamış güneş
Canan için bildim ve bileceğim.
 

İkinci parantez içi 

(Çocukken haykırırdım yüce dağlara bakıp
gençken meşaleler tutardım caddelerde yakıp
hür bir ruhun arkasından gittiğim yıllar kadar
haykırmaya borçluyum şimdi biliyorum.)
 

Hadi! Yürü! Nârına gark olan âşıklar tökezledi
Darmadağın hâlin, kepçeye ne gam, kaşıklar çarmıh
Mıh mıhı sökse de çekiç örse tamah
Durmadan yürürse, nalbantlara han bâkî
Tâ ki karanlıklar basıncaya kadar.


Yaramaz yarasaları aydınlatınca çakallar
Tavşanlar kadar aydınlığa muhtaç yıldızlar
Kızlar, aynalarınca kaldılar tarlasında burçağın
Denildi ki, adanmış türküleri yarım.


Dolunay ve aydınlık ve kitaplar, harmana bereket
Terk et ruhunun pütürlerini, salıncaklar sallansın
Arkana bakmadan yürüdüğün yıllar, değişmedi
Caddeler, sokaklar, taş kaldırımlar; müze tatil.


Karanlığı korkutmak kadar çılgınlıktır mühür
Hür bir yalnızlığın bakiyesi, mutlu millet
Anadolu’nun her damına yol buradan gider
Milat ne ise, hadi, başlasın başlayacak olan
Bir koyunca birin yanına, on bir eder.


Takvim; ucuz bir yaprak, maliyede evrak
Toplu iğne paslı, yanaşsın gemiler isteyerek
Gerek duymadığın yalnızlıkların yekûnu günlük
Kaç günlük ömre biçildi ki bu cümle hayat.


Kurşun kalem kıskanç, poşet bardakta kahve
Telve olmasa da unutulmaz geçmiş; kimmiş
Mesaiye akortlayan sazları? Saat sıfır sekiz
Tek biz kaldık yar, diyar diyar gezmeden konan.


Muhtarlar kadar kim alır hayatı ciddiye
İkindiye tamam senet, bakiye sonraya kalsın
Yıkılmadan yıldı yapıları kentlerin
Derin yaralara çare yazmaz kâğıtlar
Soyları tükenmeden koşsun atlar
Kefili kimdi? Yazmıyor, senetlerin.


Canan! Kaç çocuk, kaç misketi tokuşturur
Kim yakıştırır bizi, muşamba kaplı kondulara
İsterse felek, yakayı yakaya kavuşturur
Tabip bekler ilâç görmemiş müzmin yara.


İşte kanatlandı gelecek, çocuklar bakışır aynalara
Ruhuna dem tutar, kazma-kürekte ahengi babanın
Ekmeği helâl, alnındaki ter en beyazı beyazların
Sahibinin sözünü tekrarlayan papağanlar neden anlamazlar
İki büklüm çapa kazanlara bakıp, sıcağını yazların.


Kim yele yelken biçsin? Direk dikmeden olmaz
Kanadı kırık her serçe, mahkûm mu kedilere?
Bilinir ki, tabiat öcünü kimsede koymaz
Hangi aymaz itiraz etti, tarihine kuşların
Yokuşların hatırı için aktığını ırmakların
Yalnız kuşlar bilir, üstünde uçarken yolcuların.
 

üçüncü parantez içi 

(Çocuklar sokakta, yavruları ağaçta büyür kuşların
Yarın, çocuklar için de, kuşlar için de aynı yarın
Bir taraftan sevincini yaşarken gelecek baharın
Hüznü yüklendikçe yüklenir yaşadığım güzün
Arkasından ırmaklar gibi akarım, koşuşan çocukların
Ve yukarıda telâşla uçuşan kuşların.


Derler ki: “nolacak senin hâlin”
İflâh olmam; bunu ben de biliyorum
Vebalim, günahım, işte şiirlerim ve boynum
Olsun; kendi bağlamındadır her yorum.)
 

Kilit, kalem kadar tırmanırdı, olsaydı duvar
Bahar gelince ölçülürse yollar, turnalar gelir
Leylekler bir daha unutmazlar yuvalarını
Gelir konarlar, telefon direklerinin zirvesine
Yarını olmayan çocuklara haber iletircesine
Kanat çırparlar, caddelere, dükkânlara bakıp
Oysa kapılarını, kasaları kadar koruyan mağazalar
Bankaları ve kredileri ve paraları kadar yalnızlar.


Bilsem dirilirdim, yalnız kalmazdı tarih müzelerde
Bir hayatçık kahkaha yetmez, gerisi korku ve yalan
Heyecan duyulan ne varsa binek taşlarında hazır
Mazur görülmeden dizilmeli hatalar, iplerine zamanın
Martılar suskunsa uyarmalı deniz; haykırmalıyız hepimiz!
Göklerin derinleri duymalı, bulutlar yere inene kadar
Bahar geldi gelecek, istediği kadar yağsın, yağmur ve kar.


Çocuk eğilip öperken suyu, ay ona selâm salar, bebekler uyur
Yeni bir dünya kurulur, yeni bir hayat; ortasında hayatın
Denildi ki:
Beklesin yüreği yanında olanlar; beklenen yakın.

*Yağmur Dergisi/Ekim-Kasım-Aralık/2009- Sayı/45


 *** 

İKİ KERE İKİ BEŞ EDER

 “Ahmet Doğan İLBEY’e”

Çarmıha gerilse söylev, sözler dökülmez, ölmez hiç bir mâna
Ne yana baksan sarmaşık, budansa bile asalak hep var
Moğollar kadar yalnız kalmadı tarih, ordular ve çizmeleri
Dünya durdukça değmez ağaçlar göğe, arılar çiçeğe hovarda
Duvarda yalnız başına ağlamakta büyük babam siyah beyaz.

Her yaz doğrulup bir daha terlerim ben; şiirde olduğu gibi
Talibi olmayan düşünceler gelip geçer tarlamda yağmur
Mahmur bir sabahı akşama taşısam ne çıkar, açmadan kitabı
İltihabı kurumuşsa yaranın hastane uzak, eczam başucumda
Sıcak iklimlere mısralar yeşertebilir oysa yüreğim.

Daha doğmadı ay, vayyy gönül kahrına düştü karanlıklar
Tüccarlar, seyyar satıcılar ve komşular,  iftarda boğulacaklar
Tornacılar isteseler de put yapamazlar, zira darphane tekel
Henry Bergson, Nietzsche ve Heidegger gülüyorlarsa bize ne çıkar
Bütün yollar Çanakkale’ye, Anadolu’ya çıkar, Mehmet Akif’e çıkar
Aşikârsa hayat felsefe yok; çiçekler var ve kuşlar ve çocuklar...

Dert muhabbete değse vefa ona komşu, aşk alt sokakta
Yatakta ölmeyen yiğitler tarihe ayna tutar ve kıskanır Hegel
Gel eder gelecek, gelmeden buğusu gelir yağmurun
Bir yol uzar da önünde âdemin, tarihe doğru gel gel eder
İki kere iki dört etmez, beş eder, on eder, on bir eder.

Biçilmezse ekin karıncalara bayram, yaram derindir a dostlar yaram…
Affediyorum yakın tarihi ve kuşlar ülkesinin sultanını
Sazını almadan yola çıkan ozanları ve okumadan yazanları
Affediyorum cümlesini cürümlerin; babam aferin desin yeter
İki kere iki beş eder on eder on bir eder, düşünce yere bider.

Dilden beter hangi kurşun var ki atılsın göğe ve yere?
Göğsünü gere gere söylesin şairler, şiir değer her yere.

***

SEN BEN OLUNCA

Ben seni gördüm dün ben içinde
Neden sen yoktun bendeki sen içinde
Olduğum zaman yokum ve sen de yoksun içimde
Ne zaman görüneceğiz ikimiz sendeki ben içinde

Yürüyor hayat,  hayatı yürüyorum bir biçimde
Sadece sen kalıyorsun bende, tüm yolcular gidince
Ben tükendikçe sendeki ben içinde
Sen çoğalıyorsun bendeki sen içinde


***

VAR VE YOK ARASI


Çağır ki beni var olayım ve var olsun iç evlerim
Bir dağa, bir şaraba koşar saki, yalnız başına
Geldi zamanı, ezanı takibe yetmez baston
Kon ve göç ne ki, çadır toplamak
Ahmak ya da akıllı olmak kadar bile yok, 
Kentlerin birleştiği ayrımlara kalan
Her an çağrı gökte, beklesek de beklemesek de ses çarpar
Apar topar bir, başarılır mı mirim
Ölüm ve dirim üzre yemin ki ben yoktum orada
Acıya hovarda mı ki hüzünkâr, var olan acı, kalan durmanın sancısı
Kaçıncı terk edişten sonra başlar ki hayat
Kanatlarına çağır(madın) beni, tüy olurum istersen.

Kırgın ama kırık kiremitler, asi tuğlalara borçlu
Harçlığı yokluktan müteşekkil aşk, yolcu hayata
Kahramanlar, nârına, kar dolusu dağ vurur, karıncalarla
Ah yıldızlar, kızlar süzülür asmalardan, pencere yüksek
Hayatı ancak anlar, hayta gelir ama yorgun, kırlangıç kovukta
Belki yarın şiir zamanı

Bin atına; soğuk demir üşütür yalnızlığı, oysa hayat sıcak
Sen yorulursun kal, varsın batsın güneş, ayna hemen şurada
Buyruldu ki zaman ikindi.

Hangi uşak kuşluk vakti çağırır ki duvarlara inat
Su uykusu derin yalnızlıklara ramdır, haramdır güneş
Zaman her an kollar, yalnızlık ve ışık
Karışık kelimeler heyecanlara kaçar, bölüşür zamanı haykırarak
Buğusu zalim hazlara ant olsun gelmem daha
Ah ışık, ne karışık heybem, hıçkırık böler yolcuları ortasından
Davul, kırılgan aşklara gebe uzak yamaçlardan
Ezilen toprak demlenir eylemlere, dere kendini akar yarına

Her şeye tek tek yorulmak, yormak her şeyi, ki olasın
Hiçbir çağrıya gelmemişliğinle Allah’ından bulasın
Basınca toprağa, yaprağa döner benzin, neden kaçtın?

Bühtan kötü, eti ucuz adamlar, ölmez
Paha biçilmez atlar ve ok ve kılıç ve mızrak kayıtlarda yok
Ansızın uyanmak aydınlatır pencereyi
Kaydı tutulmalı mıdır ki olduğu anlaşılsın?
Bin arşın az, han ve kağan bölüştü kavgaları
Işığın parlar güneşin ortasından, haykırışlar yobaz ve kahkaha şuh
Çerçeve tamam, bir de aman ne yaraşır ortasına
Var ve yok arası ve yarası ve darası olmadan terazi haram
Ve buyruldu ki: yalın kılıç şiire yürü şimdi.

 ***

KIRILGAN BİR MERYEMDİR AŞK

                                                      Mehmet NARLI’ya

Hikmeti gayet çok, amma rüya zor
Kanım donuyor bakınca, esrarın, rüyana denk bir muşamba
Korkmadan tırmanmak kelimelerin ortasına
Buyruklar karanlığa düştü, kül düştü, il düştü gün ortasına
Şimdi şafak yalnız, bahara daha çok, ansızın uçacak kuşlar

Alkışlar, yalvarışlar, bin içimlik su kırbamda
Hadi, kumanda et de göreyim dil, aya
Bin aya kadar bayram uzak, hedef şurada
Hurdam sevda yüklü, çirkin ne varsa kırık dökük
Aşk, kırılgan bir meryem, sırrı bir gerçek
Sevecek ne varsa bakir bir dolunay, çiçek daha uzak

Ömrün yahşi kanatları tüye asılmış örs
Daha demir soğuk
Çekik bir denk kanmadı çöle yusuf
Züleyha açık pencerede meltem
Kuyu Kenan dolu, göğünde renk yok
Yanı başına canhıraş bir havari döküldü leylanın
Ceylanların gözü öper mecnunu, okumak çöle düştü

Daha çok aşkların ruhuna payanda gazel
Akar, an be an kan, kunduza kaldı hayat, çekirgeler üşüştü
Aydınlık boğuk akşama harabe abam, kerbelam soğuk
Yetim bakışından arzu yürür, kamber yürür
Hıçkırır kanadıma dökülen şebnem

Öğret bana aşkın elifbasını ki olayım.

***

SENET

Kaç ırgatın hatırı kalır tarlada, kuş konmasa gene ırgalanır söğüt
Öğüt üstüne öğüt, ağıtın pahası yok, yeşil bir yalnızlığa gebesin sen!
Gerçeksen ve varsan, yüreğin var öyleyse şiir gerçek, sen gerçeksin!
Ali Hocam kadar bir yürek yeter, açmasına çiçeklerin ve senedi geleceğin

Zaman geldi gidelim çağırmasa da suskunluğu çağrıdır onun
Yönünü buldu mu zafere gider yiğitler biz de onlara karışalım
Başlasın başlayacak olan, geç kalmadan yürüsün çocuklar
Şölenimiz var dostlar, yola revan şimdi kutlu yolcular.

***

HÜSEYNÎ BİR ÇİZGİ BIRAKIP GİTTİN

Hüseynî bir çizgidir gidişin bende
Alnımda senden iz olarak durur
Geceye makamlar vurur sensizlik
Ne ilk, ne de son gidensin oysa sen
Hüseynî bir deniz içimde kudurur.

“açın çantasını nesi var?
Bir çift potini bir de fesi var”

Ne dağlar dayanır bu gidişe
Ne de makamlar
Hüseynî en uygun gidiştir
Bir de hüzzam
Benim yüreğim ve cümle azam
Hasrete uyarlı şimdi
Sen gibi bulut olmaz havada bir daha
Çocukluğum dayanır kapıma
Anne cenazeleri geçer sokaktan
Korkarım çocukluğumda kalmaktan.

Bir daha gazi ortaokulu olacak mı?
Ya duvar üstündeki ekmek
Hâlâ kahrı var alamamanın
Lezzeti damağımda yemişçesine…

Ya Harmancık İlkokulu…
Gübre torbasından muşamba çantam…
İlk çözüşüm, çantamda yazılı “TZDK”’yi
Daha güzel değil mi “nike” yazan çantadan
Ya da “emre”’nin “adidas” çantasından
Arkasından tüm bunların arkasından
Hicaz bir şarkı çalsa ne çıkar
Ya da kürdîlihicazkâr…

Hüseyni bir köyden
Hüseyni bir şehre aktı hayatım
Hiç mahur besteler yaşamadım ben
Sonra türkülerin hüznünde buldum kendimi
Bendimi yıkarım edasıyla yürüdüm üstüne şehrin
Derin kuyulara yusuf ben oldum kentlerde
Sirenlerin çaldığı saatlerde ansızın
Ben fırladım hışımla sokaklara
Yâre sunacak tek güle bile
Dağlar yıkarım şimdi.

Hüseynî köyün delikanlısını ben büyüttüm bu caddelerde
Sokaklar feryatta şimdi, içemediler onun derin gönlünü
Yönünü şaşırmış pusulalar âciz ve şaşkın karşısında
Bin âhına dayanamayan, dağlara baskın yapılar
Yükselir etrafında, bin inatla dağlara
Ağlara takılan sazanlar gibi
Yutacakken şehir
O şimdi
Hür.

Bahar
Ancak dağlara
Yaraşır sanırdım
Oysa çiçekler açtı şimdi
Hüseynî köyün delikanlısında
Faslında medeniyetler haykıran
İcra-i sanat hilalinde ne makamlar var şimdi
Delirecek gibi bir hazla meşke doyan yürek o yürek
Kırmızı bir semerde mavi boncuğu hayranlıkla seyretmek
Hüseynî bçizginin, hüseyni manalarla dolu hayatına denk
Beklemek gerek. Hüseynî hayatın hüseyni nesli elbet gelecek.

***

FİLİSTİN VE BAĞDAT ÇOCUKLARININ
GÖKLERİNDEKİ KUŞLAR

I.
Bana minik kuşum deme anne!
Kuş tüyü gibi olduğuna da inanmıyorum saçlarımın
Bana yalan mı söyledin anne?
Neden kanadı saçlarım gibi değil bu kuşların?
Neden ateşlere kesiyor geçtiği her yer?
Bu kuşlar geçince herkes neden ölüyor anne?
Gelir demiştin babam giderken;
Babam neden gelmedi anne?
Bundan sonra nasıl inanırım sözlerine;
Ben nasıl el açıp dua ederim Bağdat’ın göklerine.

Kuşlar demirden mi anne?
Bu kuş nasıl konar çiçeklerin üstüne?
Hatırlar mısın anne?
Kardeşime küsünce: “gül bakalım”
“kuş konsun yüzüne” derdin sevgiyle.
Bu kuş mu kondu kardeşimin yüzüne?
Bunu neden istedin anne?
Ölünce ninem: “kuşlara yoldaş gitti” demişti babam.
Ninemi neden gönderdiniz anne?
Ben kuşları sevmiyorum bundan böyle.

II. (Gazze)
Bizim kimsemiz yok mu anne?
Neden yanıyor Gazze?
Her cenazenin ağlayanı az sonra cenaze
Camimizi/e vurdular anne!
Gene demirden kuşlar geldi
Kustu ateşten kusmuklarını
Söyle anne söyle anne!
Ben nasıl el açarım Gazze göklerine.

Yer yandı, gök yandı, bebekler yandı
Anne bu yangına hangi yürek da/eyandı?
Ağla/yandı Gazze...! Dünya/da/yandı.

 ***


TANKLARI TAŞLAYAN ÇOCUKLAR

Üşümesin muşambalar örtün ayazı
Ayın karanlığı vurmakta kuru ekmeklerine
Çocukların.

Bir daha yalnızlık için yeter yalnızlığın
Karanlığın ortasındaki aydınlığın
Cümle âlemi ışıtır.

Bilirim;
Yararken paletler toprağı,
Gülümsersin sen yıldızlara;
Gülücüğün ulaşır aya;
Bereketin siner toprağa.

Hangi anıtlar dik duruşunu anımsatır ki senin?
Seni bilmeyenin aklına helal getirir varlığın.
Çağlara haykırarak, çağları getirecek adımların.
Üşümesin muşambalar örtün ayazı
Evrensel bir yazı muştular veriyor size.

Gündüze ve paletlerin ezdiği yüze
Şahit geceler var, gözyaşında annelerin.


***

BİLSEM VE DİRİLSEM DE YÜRÜSEM
                                                            
Hocam Mustafa KÖK’e

Belki soğuk, zaman şiire doymadan toynaklar bâki
Sanki ruha haber var,  kılıçlar anlık efendiler, sonra bahar
Karar günü, her dem tuğra ve dert, çığlıkta akşam
Yaşasam ve yaşamasam ne ki, doğrulur umut, gelir kırlangıçlar
Su akacak bir gün, duyulur çağrılar ve durulur köpük.

Ben oradaydım, bilmeden vurulur turnalara gem
Her em şifa değildi ve her dem gizliden akar bengisu.

Bilsem ve dirilsem de yürüsem, güneş aha şurada, an yakın
Kalkın ceylanlar, göç var; tarlalar ve ağaçlar, yoruldu
Gelecek, karanlığında kaldı kurnaz tilkiler ve kunduzların
Yıldızların varına denk ne varsa gerçek, ben inanıyorum hayata.

Daha toprak kuru, bebekler uyanacak ancak
Anlayacak ne varsa bilip de taşımak kadaryoruldum ey yar.

Kök sağlam, dağlar kadar anlasam yağmuru, kolay berekete durmak
Uyumak sonra aldırmadan, kan üzre çizgiler kadar devlet
Evet, haykırmaya; lâkin çığlık evrensel olursa güzel
Ezel-ebet tarla, mezarlıklar, bire bin veren harman, ne yaman bir ders.

Dervişin yüzü düşer ebrulara ve tekne sıcak
Alınacak ne kadar öç varsa alınacak, sürülünce sayfaları kitabın.

Denilse ki kral çıplak, kahkahalar yükselecek göğe
Dağlara ağan bulutlar şaşıracak tavşanlardan önce.
Gülünce çiçekleri kıskandıracak bebekler, denklemler iflas edecek
Gidecek gelmemek üzre kötü, örtü kalkacak, aydınlanacak gökyüzü.

Özü ve sözü ile yürüdü erler ki gelirler
Ayak sesleri değil mi ağıtlar, türküler, şiirler ve cümle evrensel bilgiler.

 ***

TAŞ AĞIR GÖK YERE UZAK

Takatince doğruldu tahtından
Ağır ağır yankılandı söylevler
Ağmadan acılar ağrıları yıkadılar
Karlar delen kardelenin ak toprak memleketi
Lakin beyaz gömlekte yama eğreti

Eti yenmiş kelimeler bilmezler aynadaki hali
Melali gitmek üzre kalmayı yeğler
Nice beyler haykıramadan öldüler
Güldüler sonra tabutlarına, döndüler

Bigâne taşlar bir daha yaklaşmazlar
Uzağa yakın ne varsa yolcu
Turuncu ne hoş formada çubuk
Abuk sabuk kelimelerle böldüler hayatı.
En bayatı tekrarlandı sözlerin.

Ten ak, gök rüya, bulut beyaz pamuk
Öyleyse çiçek kadar yar kadar yakın hayata
Deha ne ise, taş o kadar ağır yerde, amma gök uzak
Mızrak kere mızrak ölüm; tarihte tozlu yaprak
Ağlayarak baksa tabuta, tahtaya değer gözler
Görmezler Filistin semalarına ağan bulutu
Tabutu tutanlar, bulutlar kadar, anneler kadar yağmur.

Mahmur bir ağyara değdi duvar
Oysa çocukların diyemediği sözü var
Her sözün özü var
Sözün közü var
Gönüllerin ağlayan gözü var
Pervasızca uzamakta
Yolları kesmekte duvar.

Delişmen taylara inat serçeler tutmakta yolu
Oğlu ve kızı bilmeden ölmek kadar acı
Ağacı soyundan koparsa, hangi çekirdek değmez yere
Yer kere su değdi gündüze
Önümüze ve özümüze açılan tarla
Yağmura isyan ile sararmakta.

Kanına ve karnına haram değenler
Bilmezler ki öşrü yük harmanın
Papağanın iki yüzü var bakınca hangi yüzünden bakar?
Yakınca ateş bilsem hangi yüzüyle yakar?
Su çarpınca hangi yüzümü yıkar?
Gülünce hangi yüzüm; kızınca hangi yüzüm ortaya çıkar?
Varsa bu soru; insanların neden çok yüzü var

***

KORKMADAN ÖLMEK
YABANIL BİR DÜŞÜNCE OLDU ŞİMDİ

                                           İsmail GÖKTÜRK’e

Çıkıp söylediler her şeyi; müsveddeler çöpe
Kapa gözlerini, çağırmayacaksan dünya yok
Koç burcu, yay burcu, yar burcu,  sonra hamle tamam
Baksam görürüm belki ama bakamam
Çıkamam; bir ufka girmişim ki buyruk zor.
Kim sahipsiz yolcuları anlar ki?
Suzinak makamından çiçekler açar
Zaman suvarır çiçeklerini, lakin çiçekçiler kaçar.

Bir iz olmalı biliyorum; ya da bir yorum
Ne inciler döküldü oysa ne sözlerden
Gözlerden arta kalan ne varsa yok
Çok yalnızlık belki yakışırdı; düşüncelerim kalabalık
Balık burcu, oğlak burcu demedim
Fakat şiir burcu, kitap burcu ekleyebilirim aslında
Ama yokluk başka, çınar neden çürüdü ki
Bilsem ahlarım mı kalırdı
zamana boydan boya uzanan.

Hikmeti başka zamanlardan gelen izler var şimdi
İkindi olamadan sınanmalı dünya ve rüya
Güya hançer doğrarmış,
çift su verilmeden ne ki çelik
Bölük pörçük bir hayat mıdır hançerden kalan
Yalan ne varsa gömünce toprak, yalan olmaz bilirim
Mirim, haykırma zamanı gelmedi mi?
Kranlıkların ortasına.


Yürümek er işi ya, bey işi oldu yorulmak ve yormak
Irmak yatağında diri, balık sepete mahkûm
Tahakküm altında bayrak mı dalgalanır
Irgalanır belki kavaklar, rûzigâr ses vermez
Korkmadan ölmek yabanıl bir düşünce oldu şimdi.

***

HAYATI KEKELEYEREK
YAŞAMAK DÜŞTÜ BANA
           
                                                          
anne dokunmadan ağlamak düştü bana
Hayatı kekeleyerek yaşamak düştü bana

Bu kadar hüzünlü oluşum
Dünyalık sorular soruşum kaygılı ve ürkek,
Kekeleyerek hayatı yaşamaktan
Gayrı ne ki anne!

Gurbette ölen çocuklara adasam şiirlerimi
Kabul eder misin anne
Yine bir akşamüstü
Yüreği daralan şehit annelerine
Dualar devşirsem kelimelerden
Şairler oğlundur senin üzülme diye.

gurbette ölen çocuklara adasam şiirlerimi
şehit annelerinin birazcık yüzü güler mi?

Babalar niye çok ağlamaz görünür anne
Korlar doldururken yüreğine.

Anne söyle!
Bana ilhamlar taşıyan periler aşkına
Yarına ne kalacak mısralardan başka
Keşke aşka en yakın durakta bıraksan da beni
Aşkım doldursa hayata açılan yelkenimi.

babalar niye çok ağlamaz görünür anne
acıdan korlar doldururken yüreğine

Güneşle hesaplaşan bulutlara
Kızdın da mı üzüldün anne?

Bahtsızların doluştuğu sokaklara
Nâra kaygısıyla yaslanan nice korkaklara
Cesaret veren ışıkların
Sırrını senden duymalıyım
Yarasa kanatlarının serinliğini bekleyenlere inat
Hayıflanmalıyım gece yarısı sıcaklarına.

güneşle hesaplaşan bulutlara kızdın da mı
üzüldün anne
hayıflanmayayım mı gece yarısı sıcaklarına

Bilenlere bırakmalıydım cümlesini soruların
Kafesini parlatan kuşların
Tüylerinde üşümek var ya anne
Her sene terk ettikleri yuvalarından
Daha çok korkutuyor beni
Kefenini hiç sevmediği bezirgândan
Almamız gibi amcamın.

bilenlere bırakmalıydım cümlesini soruların
kefenini hiç sevmediği bezirgândan
almamız gibi amcamın

***

MUHACİR
                                    
Artık muhacir bir kalbin hükmünü biliyorum
Her yorum için kanatlanan kelimeler seyyar
Ağyar bir adımla gidilen çağrıya nasıl varılır
Darılır da sevgili;  hayat yorulur, aklım burulur.

Aşk; şimdi zamanı, daha acıya çok var
Tarih; maşuka uzak, bulutlar az ötede
Görse de görmese de sultan, ferman yerine geldi
Ertelendi denizlere ceza, yağmur, geldi gelecek
Tebessüm istiyorum ey yâr! Bana kim gülecek.

Yer gerektir, konmak ve göçmek için
Seçin yeri ve yıldızlar göçsün
Bölüşsün ayı tavşanlar bir kâğıt helva gibi
Edebi üzre çağrılan kızlara beşik helâl
Artık geldi zamanı ve işte doğdu hilal.

***

LEYLA ÇAĞRISI

I.
Ey dağlara çağrılmanın arzusu
daralması yüreğimin
bin yılı aşkın ömürle
bilenmiş
gümüş hançerlere mi
tutunayım?

Çağları tepeleyip gelen
habercilerin
durakladığı anlarda
mısralara kanatlanan
kelimelerin yoluna
düştü
cemrem.

Gideceği görevi bilmeden
“Ben! Ben!” diye ileri atılan
gönüllülerin
kahramanlık ateşlerini
tutuşturan
ateşler
sunuldu bana.

Taktım kanadımı
gidiyorum
haydi
çağırın leylalarınızı
yazı ve sızı üzre
yaşamanın
sırrını kanatan acıların
demini tutalım.

Türküler kanatlansın
camlara yapışan kızların
beklediği ufuklarda
kanatlansın türküler.

II.
Bilmeden mecnunluğumu
Leyla’ya acımak düştü bana.

***

Y O L

                        “Yiğitler yiğidi merhum
                               Fethi GEMUHLUOĞLU’na”

Deliyim çok an
Yoldan korkan yol eri değilim
Sana revan azalarıma yine ben kefilim.

Sefilim belki bir parça
Dostça ayrılıklar-kavuşmalar bilirim.

Kanadım yok turnalara verdim
Çağıraydın
Kanatsız da gelirdim.

Ay dost!
Ayan şimdi halim göklere
Kan üzre yazılan türkülere gebeyim.

***

SÖZ


İri ve şişman ve konuşkan bir kadın
Etleriyle besledi çocuklarını kelimelerin
Etleri yenmiş kelimeler tutunamadı içinde cümlelerin
Söz tükendi...
Kemiklerle doldu altı yerlerin ve göklerin. 

***

SONSUZA ÇAĞRI

Hasan KEKLİKÇİ’ye

İstersen çağırma, kanadı kırkılınca kuş düşer
Leyla yalnıza semahtır döner, yıldızdır aslında
Kalmadı yormak için rüya, haykırmak neye ki?
Dost yüzü sıcak pranga yakışmaz güle
Çağrı için nerede zaman, akşamlar biter
uzanınca yatağa
Gelecek, yarın gelecek, düşünmek daha tatlı şimdi.
Unut artık tarihte kaldı Işık Dibi

Güneş yorgun adımlara yük, ay menzile çizgi
Hasan Keklikçi gibi, oğul gibi, duraktır her ikindi
Bilir ki dağları seyre kalkanlar, ıraktır yol
Oysa dostluk varsa türkü de vardır;
hasret hemen yanında
Şimdi atlar rahvan, karanlık üç hece, sonra duvar
Üşür sevdalar, yalnızlık üşüşür dost yüreğine
Denildi ki çağrı sonsuza kadar sürecek
Babalar topladığı elmaları
Buğdayla değiştirmeyecek.

***

KANATIR KORKULAR


Haykırmak sana kaldı, kırılınca kanat.
Kıraat ne ise okurken bilmek üzre konuşabilirim.
Ah mirim! Sen ve hayat ve at ve kılıç yalnız.
Uzağız aslında; dün gibi, yarın gibi.
Belgeler ve söylevler ve buyruklar ayrıca sen
Ben gibi yorguna kaldın derin ruhunda
Zira kanatır korkular...

***

HAZAN KÖMÜR OYSA YAPRAK SARI


Küskün akan ırmak, hayata tokatmış,
sokağa kan düştü
-Kanımız aktı oğul- buyruldu çocuklara,
toprak soğudu
Ağıtı arşa çıktı; ana tükendi dane sahipsiz harmanda
Hazan kömür oysa yaprak sarı
Gümüşçü’de cama çıktı tespih,
duvarda yalnız seccade
Bahtın ve âhın yar oldu; bir mecmua
kapağı kadar yalnız
-Bakınınız haykırıyor Mustafa Reşit- sene
bin dokuz yüz doksan dokuz
Ana-kız Gülhane Parkı’nda yalnız;
çoğuz ya da azız ne çıkar.

Şimdi yakın bir zamanı, gelmeden haykırmak
şiire düştü
Fatura dönerse maliyeden, yalnız konak,
bura bize yabancı
Acı söze kebap yürek, yol yakınken dönsek
Yürümek pahalı, yarına daha çok var,
kuşlar uçsun yeter
Köylüler doluşsun otobüslere, çınar kurumasın
Varsın ve varsan  “Allı turnam bizim ele varırsan”

Yozgat sürmelisi, ziyanın atı pazarda;
”Kendi gidip ahbapları kalan yar”
Diyar diyar gezdirdiğim bu baş,
hangi yoldaş için fedadır bilmem
Kaç dolar yükselecek haysiyetim,
onurum kaç dolar düşecek
Eşekten düştü türkü, türkü taşıyan at soylu
bağlama deli fişek

Beni bulamazsın kehribar sarısı alın nerede
Çok izmarit dolar kül tablasına; tarih yazmaz; pencere yok ki
Ki ben gitsem de orası mâzi, çok yalnızlık belki hayal

Bir bardak çay, maltepe, stilo kalem fiyakalı
Mübaşir şaşkın,  koridor demir, alaşağı dosyalar
Zaman rüzgâr gibi savurdu her şeyi
Korkarsam deki: –korktu- zira diyemezsin: korkmadım ki
Vardım ki gördüler, taşlar bana değildi, teneke de…

Senede bir bağrım yanıktır benim diğer günler gibi
Şimdi “Müslüm abi!” diye haykıran
çocuğu anlıyorum
Her yorum kendi bağlamında;
siyasete izin veriyorum
Gidiyorum; çağırsan da gelmem,
zamanına tespihim yok
Bakın! Şu gidenler varken moda mavi gömlek,
çömlek altın için umut
Kut almadan bey olmaz; kaç motiflik halı ki bu
tarih olsun?
Siyah mürekkep mi kullanırdı kaleminde babam;
okuma-yazması olsaydı?
Matematik zor, insana paha ucuz;
Ortadoğu aha şurası.

“Biz burada çok eğleniyoruz
Sizin aracılığınızla buradan
Türkiye de bulunan
Anneme babama ve halama selam ıhı hı hı hıı…”

Size özetini sundum zamanın, olanın ve olmayanın
Sözü öldürdüler, beste muhal, tamam kanun
Ağlamaklı adımlarım revan yola; hoşça kal
“çal kabaracı çal çal çaalllll…

***

SORU VE İŞARETİ 

Bir çay haykırması kadar yalnız makinelere bakmak
Sormadan söylemek, emek ister varınca çağrıya
Hangi öğreti susturur hayatı ki yalnız kalsın turnalar?
Bahar görmeden sönmesin ateş, karanlık yukarıda bir bahane
Can alıcı yokluklar üzre, mezarlar kıyısında kentin
Şehirler sürgün bir ayrılığın şarkısını söyler;
şimdi suskun ahali

“Vardı bilmeden önce, neden gitsin ki bilince?”
Sorusu neresinde ayrılığın?
Kahramanlar büyüttü duvarlar, ben görmedim lakin
De ki, şimdi yok onlar… 
Bordrolar işte şurada, trenler hâlâ geç kalkmakta
Yalnızlık… Kaç hamal taşır sırtında?
Ve hamallar işsizken çok yalnız
Kaçımız bir türküyle böldü hayatını,
türküyle hayat bulanların ortasında?
Töre uzun söyler, az kalınca ne de uzun yıllar
Beste tutmadı bana çizdiğin hayat.
Öksürmeden ilaç içen ilk seni gördüm
Hangi ulu söze sığınmalı ki, bu dağlardan yol çıksın?

***

HER ŞEY KUŞ OLUYOR ÖPÜNCE ANNEM


annem öpünce serçe oldu parmağım
babam öpünce kartal.

/annemin dudağı değince iyileşir yaralar/

ninemin yüzünde rengarenk çiçekler…
anneminkinde bahar var.

/babam gülünce yaz olur her diyar/

hepsinden bereket devşirir dedem
büyüyeceğim, tüm bunları anlayabilsem.

***

P I N A R

Ey yar! Hanidir çiçeklerin gülüştüğü yolların ahengi
O hangi zamanlardır ki konuşturdun dikenleri
Çiçeklerin aşkını söyle pınar
Günü gelirse saklanmaz yar

                        Gün doğar
                        Can doğar
Gönlüme senden hasret yağar

                        Bana ak pınar
                        Beni, yak pınar


Pınar aktı, ben aktım, her şey akmakta şimdi
Senden kanatlar taşır ruhumun kanatları
Tarlalarda can bideri yeşerdi,
Gelmekte ak soyun atları.

Ah nerden doğarsın bir bilsem
Damladığım ak toprak olsam

                        Söyle
                        Söyle
                        Pınar söyle


Siğim siğim aktığın gözleri söyle
Od’unla yaktığın bizleri söyle

                        Pınar söyle
                        Pınar söyle
                        Söyle pınar

Yanmayı yanmak bilen bizleri söyle
Seninle tutuşan közleri söyle
                        Ak pınar
                        Yak pınar
                       
Silahları çatlatan kemikleri gıcırdar
Ağladığıma sevinsin kuşlar
Nerelere gitsem senin akışın karşılar
İzler düşer de bombalara bir yetim
Paslanır tetiklerin gölgesinde hürriyetim
Pınar, pınar nedir benim bu halim?
Sopayla kolları kırılan Filistinli bir çocuğun
Gözyaşlarından tut da
Kırmızı bir semerdeki mavi boncuğun
Hasretine kadar her şey acı veriyor bana.

Pınar.
Varlığım cebimde yara
Yetiş imdadıma
Susadım kutlu yağmurlara
Söylemiş miydim sana
Satılan mal geri alınmaz levhalarının ihanetini;
Banka kuyruklarında bayılan ihtiyarları ya da…

Diyar diyar dolaşan satıcılar
Heybelerini niçin unuturlar hanlarda
Aşina oldukları yolların dönüşüne mi çabaları
Benimse hâlimi anlatmada kelimeler ağyar
Biz neler unuttuk geldiğimiz yerlerde
Ya beklerse bizi oralarda yar
Seni anınca erir akarım pınar
Yolunda çok gemiler yakarım pınar.

Nedir bir bilsem hâline tesiri sükûtun
Senin müessirin bana her gün
Bin kapının içinde bir doğruyu söyler
Dönen pervaneler saatleri zaman,
Senin akışın yurtları mekân eyler
Bende ise arkana sürünen bu fakir can
Varlığına şiirler, türküler söyler

Melaikelerin çektikleri yeryüzü resimlerinde
Yan yana çıkmalıyız hepimiz
Adına âşık biz, güllerin konuştuğu mevsimlerde

Yoklara batmış varlığımızın akışını sebep,
Suları gören kuşları, vuran adamlar gördük.
Bilmek nedir varlık içinde bilecek:

                        Bildik Pınar
                        Yitirdiklerimizle öldük
                        Bildiklerimizle dirildik
                        Pınar
                        Pınar
                        Bizi çağırır yar

Bin kapı açıldı, bir kapıdan girdik
Güneş her yeri ısıtır, bir yerden doğar Pınar
Çok susadım, beni suvar Pınar
Lâkin sana daha çok muhtaç yıldızlar

Beni korlar içinde kor sensiz gidişim
Pınar, adınla yürüyüşüm
Gönlüme ateşler koymalı derinden
İşte o zaman ben
Lavların aktığı dağlardan yüreğime damlarım
Suvarırım her yeri, atlar terler boncuk boncuk
Hanlar selem durur bize, sürer kutlu yolculuk.

Buğum buğum buğulanır dilimde selâmlar
Kelamların kanatlandığı anlar
Senden ezgiler dizilir de yollara
Toplar analar, çocuklar ve gelinlik kızlar
Ne varsa parayla satılan dünyada
Gönül dükkânına hürmetsizlerdirler
Söyle Pınar, hangi maldan eder şairler

                        Şairlere ak
                        Şairleri yak Pınar
Köze basınca kaçan
Şairlere gülüşsün yıldızlar.

***

HANİ SEN GÜLLE BİLE AYILMAYACAKTIN
                    
Hani sen, ağıtından bayraklarla çıkıp yola
gülle bile ayılamayacak,
sarhoşluklar yaşayacaktın;
volkanlar patlayacaktı alnında?

Şimdi masum ayrılıkların
hüznünü yaşar oldun ezgilerde
kanatların üşüdü turnaların ardından
oysa “aşkın kanadına değdi elim”
deyişiyle uçmak vardı göklere.

Esrik yaşadığın akşamların
histeri nöbetlerine döndü
kalmadı renginden eser.

Hani sen, ak-pak bir düşüncenin
karışıp atlılarına, ateşlere yürüyecektin?

Hani sen, gürledin mi yıldırımlarınla
aşk bulutlarınla kaplayıp evreni
şimşeklerin çakacaktı göklerde?
hani sen türkülerini kılıcınla söyleyecektin?

Aşkın kanadı değse eline
dirilir misin bilmem ki?
sessizliğinle, karışmış gibisin toprağa
yok musun eyy ayan-ı aşk?
bir zamanlar renk verirken bayrağa.

***

KANADIM BİLE YOK UÇACAK

Kanatlarını vurur turnalar
Tarihin sayfalarını çevirir gibi
Her biri bir hilali çizer göklere
Yere bereketi taşır zikirleri.
Naçar avuçlarında yüreğin 
Acı türküler tutturup hayata dair
“Kanadım bile yok uçacak” makamından
Anaç turnalara yakarırsın.


Çağın kirlerine yakışan umutlarınla
Bir balıkçı teknesiyle inatlaşarak rıhtımda
Kanadından umutlar topladığın
Kuşların hatırına turnalara ağlamalısın,
Martıların âhında.

Berekete duran toprağın,
Ve çiftçilerinve gündelikçilerin
Günlük çilesini tatmalıydın avuçlarında.

Vurulur kalem devrilir şerefinin üstüne
Büstüne adaklar adanan kahramanlar
Haykıramazlar ağlayamazlar
Vurulur kalem
Devrilir şerefinin üstüne.

***

CEYLAN
                                                
Ceylan, tenha mı çöller şimdi sen gibi?
Kimi zaman ağlar mısın sen de ben gibi?

Yazların akışı gibi titrek mi yüzün?
Kızların bakışı gibi ürkek mi gözün?

Dayanılmaz bir çilesi var gündüzün.
Ondan mı yoksa gözündeki hüzün?

Senle her mevsim yazdır bana.
Berrak bir hilali andırır gözün.

Sırrına ereceğim biliyorum bir gün.
Farkındayım artık sendeki gizin.

Bıçak gibi keser kahrın yüreğimi.
Hep kaderimiz, kanamak mı bizim?

Neden kaçarsın bilmem ki benden?
Aşktan daha mı güçlüdür hızın?

Vuran da göğsüme ezgiler dökülür.
Ağıtı olmaz mısın sinemdeki sazın?

Türkülerle bile yenemez oldum kendimi.
Her demimi sardı dayanılmaz sızın.

Senden bir nesil bekler dururum.
Gelin olup gidişinde her kızın.

Geceleri yoldaşı olursun göklerde
İçimde ışıldayan sensiz yıldızın…

Gelirsin belki diye hep bekleyeceğim.
Ben hazırım,  çıkagelirsen ansızın.

Varlığına muhtacım, gelsene ceylan!
Yüreği olmaz mısın bir yalnızın?

***

CEYLAN ÇAĞRISI


Hadi ceylan! Gel geleceksen
Sen olmayınca dünya yok
Dünyada olunca ben yokum
Korkum, hiç gelmemen
Gelmeyeceğini dememen
Ama ben
Umutlar taşırım
Umutlarım
Beni uçuran yelken
Ne olur, gel geleceksen!

Nice yolcular geçti
Kıyısında beklediğim yoldan
Sen yoksun. Hâlâ gelmeyecek misin?
Çağlar hasret sana
Dağlar hasret sana
Ağlar içimde binlerce şair, hasret sana!

Kanadı kırık turnalara ben koşarım
Bir yetim görsem önce ben okşarım
Cümle kuşlarla hâldaşım
Ne yollar, yolcular yaşadım bir bilsen
Bir tek sen olmadın yoldaşım.

Sen ki bir aşksın damarlarımda
Habire ateşin yakar bedenimi ceylan
Leyla’n bu kadar yaktı mı seni de mecnun?
Kerem; bu kadar yandın mı Aslı’na sen de?
Bende bir yaradır ceylan; baş üstüne
Taptuk, sen nasıl buldun Yunus’unu
Yusufunu özledin mi ey baba ben gibi
Dibi derin kuyular kaplar şimdi ruhumu
Neden gelmezsin ey nazlı ceylan
“Bana senden özge yar bulunur mu?”

İstemem başka rüya olmasın sensiz
Gemisiz kaptanlar gibi avareyim şimdi karada
Kara da sensiz gördüğüm her şeye, ben ak diyorum
Parlayınca uzaktan; bana bak diyorum
Biliyorum gelmesen de sen varsın uzaklarda
Her demimde seni diliyor, acılarla seni inliyorum.

Bir gün isyanla feryadı basarsa ruhum
Düşünsene halimi ceylan, ben ne olurum?

Ceylan...
Çağlar hasret sana
Dağlar hasret sana
Ağlar içimde binlerce şair, hasret sana...
Kalan tek şey umutlarım
Hadi gel artık ağlıyorum baksana.

***

GENE CEYLAN

Demişler ki benim için ay ceylan
Seni terk edip de gidecek gurbete

İnandınsa bu ateşten söze
Sana kırıldım, haline vay ceylan

Küçük bir kız senden yangınlar taşır bana
Beni de o ateşin içinde say ceylan

Yüreğim deniz gözlerim ırmak
Coşkularım bozkırlarda tay ceylan

Hadi gel, yürek hazır, dağlar seni bekler.
İçimde binlerce şair, ağlar seni bekler.

Marallar ışığına talip görsene ceylan.
Yoluna bakar cümle bebekler.

Çok adaklar adandı gelmene senin.
Gelmenle kabul olacak cümle dilekler.

Nazlısın ceylan, bilirim elbet bunu.
Artık yakmakta nazın çileme çile ekler.

           

Her anım ateştir, yakar hasretin ceylan!
Döner de hasretimi yakarım kimi an.

Kaçmayı ne kadar denedim bir bilsen!
Ben yanıp bittim, şimdi sen yan!

Sana hasretime ağlıyor sanıyorum,
Görürsem derinden bir ağlayan…

Umutlar ne tatlı, hep yaşıyorum,
Gecelerimi süsleyince rüyan…

Beni bırakma sensiz ay ceylan!
Bütün duygularım sensiz üryan.

***

BİR ŞAİRİN KALKIP YÜRÜMEDEN AZ ÖNCEKİ TALİMİ ÜZERİNE                 

Hayata dair

zikrin hikmetini kuşlar bilir
dizilir göğe turnalar
seyyar satıcılar,
ata kanat takan nalbantlar
çilesiyle dirilir
sevincin
oysa ressamlar,
yaşamayı çizerler
gizlerler sonra yaşadıklarını
bağrını rüzgâra geren bir ihtiyarı,
anlayamazlar fakat.

derviş solumasında bir körüğü,
ekmeği bilir demirciler
ekinler durunca berekete,
heyecanlanır çiftçiler.

bekçiler ekinini suvarır bir üfleyişle
analar ve muşamba kaplı kondular,
örtünürler yalnızlıklarını
her yanı sarar
anlayanı olmayan marşların tufanı…

Yaşarken olanlar  

bir köylü haykırır içinin kıvrımlarına
ardına bakmadan yürür bir çocuk
boncuk nine pencereden,
doldurur hayatı gözlerine
toprak yeşerir, yarılır da kabuk...

resimleri çekilir yeryüzünün
gözünün ve özünün ve sözünün,
yüreği olanlar üzerine,
türküler söylenir.

belenir iri adamlar bilim beşiklerine
sağır marşlar besteleyip,
iki tüm bir yarım eleyip
altta kalanla yaldızlayıp hayatı,
yaşamaya çalışırlar.

seğrir gönlüm
bir yıldıza akar
iner/kalkar ruhumdaki feryat
heyhat korkaklar ölmemeliydi,
öldürülmeleri için
seçin demeliydi bir üstat
“korkular seçin”
bulutlar ağlamalıydı renkli
renksiz/lere.

beni çağır korkma sükuttan
hâl üzre zamanı ser ufka
kapkara yalnızlık öyküneni unut
kut almış bir bey edası taşıyan
dağları unutma
ve haykır...
haykır şimdi zamanıdır
uyandır korkaklık uykusunun fakirlerini
kirlerini ve dillerini ve
bilgilerini/bile bir gün
unutur uşaklar
seğirtir sonra ufuklara.

kapkara gölgeler sarardı her yanı
ve anlayanı olmayan marşların tufanı…

***

ZOR ZAMAN

Her şey tükeniyor;  gidiyor yolcular,
çöküyor dünya azar azar.
Anladım ki önemliymiş yolun kendisi de
varılacak yer kadar.

Kader… Hükmü zor yalnızlıklar kadar uzak
ve yakın insana.
Bir sana, bir bana kaldı ceylan; hüznün
ve zamanın tatlı hazzı.

Hangi yazı silinir ve hangi yazı beklersin ki
masum çiçekler.
Bilecekler uğrayanlar ki han yalnız, 
karanlık ne kadar uzak aya.

***

YOLCULUK


dermandır şafağa levhalar
karanlıklar aşklar ve yıldızlar
dokununca ağlayacaklar/üzerine/
kurulur cümle başaklar.

haykırma makamında değilim
yerim yok toprağın buğusunda
anda saklı olduğunu biliyorum her anın
fakat kahrım yıldızlara
kızlara ölüm için biçilen elbiseler
eskidi şimdi babaların gözlerinde.

ben yokum
korkum ve cesurluğum yaşatacak beni
dinleyeni olmasa da söylediğim türkülerin
yerin ve göğün, her öğün zikrine şahit çiçekler
erkekler ve kadınları sallayan beşikler
izleyecekler benim sonsuz gidişimi.

***

SOFRA

Hangi hayat, hakkına akçe biçilen gıyabında?
Bilsen solumadan akmak gerek, erek nere ise
Bilse ya da bilmese; ama yol gidiyor emin
Bin yeminlerle süslenen nice gerçekler saklı
Haklı bir davanın kaybı acı şimdi; yalnız karanfil
Efil efil esen rüzgâra haram kokuları…

Boşluk, dolu olan ne varsa doldurdu koynuna
Soyuna ihanet eden yabancıların yeri yok soframızda.
***
YALNIZ YOLCULUĞUM

Kocaman bir dünya sergide şimdi sokak ortasında
Hangi sokağa açılır ki sende, aşktan geçen kapı?
İlhakı gecikmiş bir yüreği, hangi urganla bağlamalı
Yamalı bir köprü, emin değildir karşı tarafa
Rafa kalkmış düşüncelerim neden depreşir bilmem.

Korkmadan korkmak, ya da korkudan
korkmak karşısında
Kaç imtihan geçirdi duruşum,
yiğitliğim ne kadar sınandı?
İspatlanmamış samimiyetlerden arta kalan
intibalar taşır varlığımı.

Aşk ve yürek ve köprü ve yürümek ve kapı
Hangi yapı önünde durmak,
bir gül yaprağı kadar hafif
Çeliğin parlaması kadar sert
Çağrılar gerek ki yol beklesin seni
Dinleyeni olmayan konuşmaklar kadar yalnız
Sana yolculuğum şimdi.

***

ÜNİVERSİTE YURDU


hani kaçmak var ya dağlara kaçmak
açmak, içinde ne varsa saklamadan.
ah şu üniversite yurdu!
bana ne hayaller kurdurdu:
bazan coştu gönlüm, bazan kudurdu.
işte tam şuramda
senden mahsun bir bakış hep durdu.
yüreğime ilk hançeri bakışın vurdu.

ahh üniversite yurdu!
şimdi kapılar kapalı.
bağıram diyorum, bağrım ağrıyor.
hayır, aklım ağrıyor.
Aslında, kalbim ağrıyor.
Gündüz, bakışın dağlıyor.
Gece, hasretin dağlıyor.
benim garip gönlüme,
sadece, ağlamak kalıyor.
Sonra, sana rastlıyorum sabah erkenden;.
finalden kalma bir sıfır gibi geçiyor bakışın yüreğimden
bilsen, bir bilsen halimi geceleri:
yeni edebiyatçının beş heceleri,
halk edebiyatçının bilmeceleri,
vız gelir senin gözlerini ezber etmem yanında.

kapılar kapalı yurtta.
buradan kaçmak:
ya gündüzden gelmemektir;
ya da duvarı delip geçmektir.
kaçmak dedimse, inip aşağı;
bir duvar üstünden sizin yurda bakmak.
ben burada hayal ederken seni,
biliyorum mışıl mışıl uykudasın.
rüyanda gördüğün kuşlar
soğuk gecelerden tanırlar beni.

ben okuyorum, anam öyle diyor.
vallahi okuyorum bakışlarındaki her manayı.
sayısal bilmem ama
seni bir ayda kaç kere gördüğümü sorsunlar bana.
bir dakikada sayar hesaplarım soranlara.

içimde bir yara kanıyor sen diye.
her günümü ortadan bölüyor ikiye.
yarısında sen varsın, diğer yarısında yine sen.
bilsen ne depremler oluyor içimde;
kapanınca kapıları yurdun:
her yer sen oluyor, senin hasretin.
biliyorum sabah beklersin,
beklemiyormuş gibi yaparak.
akpak o aydınlığına ne kadar muhtacım şimdi.
ikindi güneşi gibi geçer gülüşün,
yine de ıs(ş)ıtmaya yeter yüreğimi.

yurttan kaçmak sana ulaşmak gibi bir şey sanki.
say ki sen bekliyorsun şu kapıdan çıkınca.
olanca gücümü sınadım uyumak için.
bir uyusam her şey tamam.
sensizlik içime çökmeyecek.
yurt silindir olup üzerimden geçmeyecek.
sabah ilk ders Osmanlıca.
tam da uykum gelecek ders başlayınca.
her zamanki gibi gündüz uyku,
girilmeyen dersler ve gece sensizlik.
olsun hayata senle başladım ben ilk;
senden ne gelirse razıyım.
biliyorum ki güzeller güzeli;
sen benim anlıma, ben senin anlına,
silinmez bir yazıyım.

***

BEKLEMEDEN YÜRÜMEK İNSAN ÜZRE

Korkmadan çağırmak hangi aşka sığıntı yapar insanı?
Lisanı bilmezse anlar mı ki dilber? Adımların boşa
Koşa koşa gittiğim mesai hangi aşka çıkar?
Öyleyse aşk var mı?
İntihar mı iftihar mı bulduğum kuşun ölüsü?
Gül ve su oracıkta sıkıştığın hayat, gerisi yok
Hangi yok vardan çok? Gerisi sahiden yok.

Duruşun fena, karanlıklar şimdi çok yalnız
Bakınız ki boşluktayız, yakarırız ulaştığını görmeden
Vermeden almak onun işi, gerisi sahibe kalmış bir yenilik
İlk çağrıya koşanlar ulaştı, şimdi sana koşmak düşer
Mahşer, durağın ortası, baltası yok şimdi kahrın
Yarın biraz daha az kalacaktır, emektir biriken öbek
Bebek çağrıya geldi, lakin umudundur senin çağrın
Bağrın bir atın yelesince devşirir ruzigârı ırgalanmadan.

Beklemeden yürümek sana düşer, gidişin gelmektir karşıya
Aşırıya ne gerek var, ırmak akıyor sonsuza umut bâki gelecek bâki
Say ki on adım daha var amma yürümelisin gene de
Gitsen de gitmesen de içindeki çağrılara yolculuğun sürecek
Ne hikmetse kargaşa sana muhal, her şey vardır sende ve sen için
İçin ve dışın ters yüz olsa korkarsın kendinden buğulanan yüz senin
Kendin olmak tadını yitirmeden her noktasındaki sendin ruhunun.

İşte vurucu sözlerin ardında koşmadan havada kılıcı şiirin
Gelin görmüş rüzgâr gibi tüllenir sabah güneşe karşı
Varışı bulmak için adamak adımını geleceğe
Ses resim, şiir, gülücüklerin ortasında tablo
Demir resmi,  akıl resmi ve savaşı anlatacak değilim
Kefilim olsun kelimeler ve resmim her mısrada var
Dağlar ve kayalar ve ırmaklar hepsi bir çiçeğe tutunurlar
Öyleyse ne farkları var ki benden
Hepsinden öte bir şey daha var biliyorum
Yorum yok, bana kalsın bundan sonrası, teslim olmuyorum.

***

DOSTNAME

                  Kadir Bilici’ye

“Taş kuşa değse kuş ölür.
Kuş taşa değse  kuş ölür”
 
Dost yemişse aşını muhannetin
Korkarım o aştan taş bile çıkar.


Varmışsan kıyısına merhametin
Ne mutlu gözünden yaş bile çıkar.
 
Ah öpsen bir yetimin avucundan
Selamın salacak kuş bile çıkar.

Kadir bilmeze dik durursa başın
Kötüyü kovacak baş bile çıkar.

Kutlu evlere gelse kutlu yolcu
Ah! Ona verecek aş bile çıkar.

Aşa bakılmaz; bilir kutlu evler
Asla eğilmeyen kaş bile çıkar.

***

BANA YORULUR MUSUN EY KALBİM?

Aşk yürüdü, kozmik bir âlem, sancı şimdi
Hikmet mi ki çağırmadan gelmek, uslu ve ürkek
Ne çıkar hayata dair çetele tutulmamışsa
İki aynanın hangisi senin ve senin görüntün hangisi
Neredesin? Gördüğün biriktirdiğin ne varsa koy
Buğum buğum terlediğin an neredeydin
Ki bunca sorular sorarsın aşka dair.

İşte şurada hayat, sana en yakın çerçeve
Adımların hangi söyleve uyarlı mirim?
Pirim aşkına yemin ki sormadan anladım
Aldığım ne varsa korkarım şimdi
Ben gibi bir kula ağırdır bunlar bilirim
Kefilim olur musun ey aşk, ölüm ve dirim?

Kalk ve oku hepsini yazılanların
Karanlığın ortasında bir nokta ve aydınlık hayat
Keskin öfkeler yakar âdemi şimdi
Hasmına ulaşmadan söner kor ateşi
Daha demedim, ne çıkar demesem bildiklerimi
İlk emri alınca irkilmek kadar bile yakın
-Kalkın! Toplanın sur dibine?- diyen çağrının.

Bana yorulur musun ey kalbim?
Talibim ne varsa aşka dair
Hayata ulaşır mı çağrım.

***

ŞİİR RESMİ

bir sanayi şehrinin
orta yer heykeline çarpan güneş
kâğıt toplayıcıları ve at arabacıların
yalnızlıklarına sığınarak
gölgeye saklanan yetimlerine ulaşır.

çamaşırcı kadınların buğulu camlara
uflayarak haykırışlarını
çiçeklere işleyen bahçıvanlar
toprağa yakın oluşlarının
ürpertisi ve işadamlarının
yalnız kaldıkları anlarda
analarını aramalarından doğan
huzurlu akşamlarını yaşatır.

nahak yere dolaşan sütçülerin
balkonlara saplanan gözlerine haykıran
küçük çocukların ve baloncuların
hasreti takılır.

kitapçılar çarşısını dolaşan şairlerin
buruk gönüllerine takılan renkler
fikrine dağlar düşmüş yabancılara
koynunda ceylan yavrusu taşıyan
avcıların bahtsızlığı
ceylanların kaderini çizer
izleri kaybolunca rahatlayan kaçakların
işlediği ne kadar suç varsa üstlenen
kahramanları şerh eder.

ben kahramanımı bulamadım
ve kahramanlık...
kahraman da olamadım.

***

ÜÇ ZAMAN

Göğe bakmazsa çocuklar gülerek
Kanadı kırılır kuşların, yıldızlar dökülür
Tespihatı bırakırsa ninem maazallah
Yüzündeki güneş söner, güneşsiz kalır nesli
İsli lambaların aydınlatmadığı anlaşılır o zaman.

Zaman yürüyor
Geçmiş zaman ekleri hep var
Kış, bahar, yaz derken sonbahar
Arka arkaya dönüyor
Elliye geldi yaşım hızla kalksam
Başım dönüyor
Dönmezdi eskiden
Zaman benimle gidiyor.

Bakıp da görmemektir ölmek
Gülmekse bir nevi ağlamak
Ah ne kadar gülmüşüm
Şimdi ağlıyorum eski gülüşlerime.

Baksa da görebilir mi ölü?
Gülü koklasa ne çıkar bakmadan.
Su aşkıyla yakarken gülü
Gül arar mı bülbülü?

***

ZAMANI ŞAŞIRIR ÇİÇEKLER


Önce çiçekler şaşırdı mevsimleri
Zamanı beklenen ne varsa
Kanatlandı zamansızlığa
Kediler şaşırdı sonra geldikleri yönü,
Mesai bitimi caddelere dağılan memurların
Telaşlı adımlarının ürküntüsüyle…

Soylu ırgatlara teklifi yapılan
Soysuz işlerin burkuntusu
Banka veznedarlarının
Mesaisi içre kanatır yoksulluklarını.

Alnıma domuran terleri serinletir
Bidere konan kuşların kanatları
Atları soylarına göre ayıran
Tüccar tasnifçilerin umudu
Kinine karışır ırgatların.

Önce şaşırdı zamanı
Sonra kediler ve ırgatlar
Atlar, soylarının süvarilerine kişnedi
Dolgun cüzdanlarını sıvazlayan tüccarlar
Şaşırmadılar zamanı fakat.
Bir at, bir çiçek, bir kedi üzre kurulan,
Dünyadan yana ömrü, eler karıncalar
Gökten yere uzanan aynalar toprağı yarar.

***

YUNUSCA

Güzel olan güzel eyler
Güzel bilen güzel söyler
Gitti de cümle iyiler
Ya ben şimdi neyleyim.

Bana güzel olmak düşer
Ateşimden beynim pişer
Günahım var üçer beşer
Ya ben şimdi neyleyim.

Ah ederim güzel için
Yerlerdeki gazel için
Ahdim vardır ezel için
Ya ben şimdi neyleyim.

Güzel cana kurban verek
Benim canıma can gerek
Halim adamlıktan ırak
Ya ben şimdi neyleyim.

Canıma can katan dost
Ha şu gönlümde yatan dost
Ak gül nazarın atan dost
Ya ben şimdi neyleyim.

Gözümde her gün yar tüter
Yâri bulsam aklım yiter
Dünyada kötü mü biter
Ya ben şimdi neyleyim.

Hasan can der, öleyim mi?
Şu halimde, güleyim mi?
Bütün saçım yolayım mı?
Ya ben şimdi neyleyim?

***

LEYLA TÜRKÜSÜ

Temmuzda Leyla’sı üşür ruhumun
Ömrümün sonrası gel olur bana
Doğrusuna gidince yol burnumun
Dostların çağrısı el olur bana.

İflahı yok uslanmaz bir deliyim
Kuş okşayan muhabbetin eliyim
Aşkla yanmış yüreklerin diliyim
Çaresi yok, hüzün sel olur bana.

Çiçekten naçar kara toprak benim
Düşmeye hazır sarı yaprak benim
Tutunmuş gövdeye zayıf ellerim
Küçük bir kıpırtı yel olur bana.

Hasan can aç elini göklere bir
Gör o zaman rahmet nasıl da gelir
Hiç ummadığın duygular delirir
Ruh kıvrımların dantel olur sana.

***

YETİMLER VE ŞAİRLER

Artık bilmesem de olur
oyuncakların suçlarını,
kelimelerin suçlarını tarayan
bir harfin dibine yaslanıp uyuyan
karıncaların /veya bacaların
hikayesinden çıkarılan
konçertoların özelliğini.
güzelliğini kanatlarına
borçlu olmalarını
bilmeleri gibi martıların.

Kaçak saklayan düşünceler gibi
sapa evlerin hikayesini
ve düşüncelerin iç bilgisini
arıtmak uğruna
bağrına hasretler kazıyan
cümle erlerin ve cümleten
dokundukları bam tellerini
dinlemeliyim.

Özgün kelimelerden yorgun
cümleler kurmasam da olur
ağlamayacaksam
kanadı kırık bir turnanın acısına
sancısına kelimeler banıp
mısralar yazan

şairleri ve yetimleri
ortak edip yağmurlarıma
bereket devşirmeyelim.

Sureti sonsuz görünen
boyutların arkasına takılır giderim.
bilemedim arkama takılan yalnızlıkları
oysa kanadım yok benim
turna da değilim
derdim ne kanat
ne de hatırlanan bir ad da değildi.

Her biri kendi kanatlarına asılan
turnaların intiharı sorulur bana.


Hiç yorum yok: