Dil Seçimi

S O F İ L E R

  Ne garip insanlar var dünyada... O kadar keyiflenmiştim ki anlatamam. Ama bir o kadar da ders almıştım başıma gelenlerden. O günün hala tesirinde olduğum gibi. İki de dost edinmiştim ki hem de en saf ve en temizinden.
 “Doktora için iki haftada bir Konya'ya gidip geliyordum. Malum, ekonomik olduğu için, rezilliğine rağmen treni tercih ediyordum”
“Aslında koridorda da dikkatimi çekmişlerdi.”
Bulunduğum kompartımana gelince merhabalaştık.
Oldukça da tatlı duruşları vardı. Lakin biraz gariban oldukları her hallerinden anlaşılıyordu . Hiç bir şeye aldırmadıkları da gözlerden  kaçmıyordu.
“Hayırdır yolculuk nereye” dedim,
“Konya’ya, Mevlana’ya gidiyoruz.”
“Konya’yı biliyor musunuz”
“Yo bilmiyoruz ilk gidişimiz ikimizin de”
“Peki nasıl gezeceksiniz rastgele mi”
“Saadat birini gönderir inşallah”
Anladım ki sofi ikisi de.
“Peki kalacak yeriniz falan var mı Konya’da”
Bu sefer, daha da emin bir tavırla öteki
“Gurban sadat birini gönderir inşallah dedik ya arkadaşım”
“Amenna” dedim. Fakat bu kadar kaygısız ve rahat oluşlarına olan kızgınlığımı ikisi de farketti.
Sakalları siyah ve gör olan;
“Hocam aslına bakarsan ne Konya’yı biliyoruz tam olarak, ne orada bizi gezdirecek birisi var, ne kalacak yerimiz, ne de paramız. Allah kerim. Sadat görmüyor mu, Seydam birini gönderir elbet.”
Diyecek bir sözüm yoktu, tebesüm ettim ve pencereden bakmaya devam ettim. Bir süre sonra da uyumuşum.
                        *                      *                      *
Trenin acı düdüğü ile uyandım. Baktım ki sofiler de birbirinin omuzlarına uyumuşlar. Tren durunca onlarda gözlerini ovuşturarak kalktılar. Daha önceki gidiş gelişlerimden bilirim. Tren burada biraz fazla kalır. Aşağıya inip biraz hava alayım, gövdemin uyuşuklukları gitsin dedim. Sağa sola bakarak dolaştıktan sonra bir gazete iki ekmek ve helva alıp tekrar kompartımana döndüm. Bir gazete açıp ekmek ve helva ile harika bir ziyafet çektik. Bir iki karşılıklı kısa sorulardan ve cevaplardan sonra üçümüz de arkamıza yaslandık. Zaten kompartımanda üçümüzün dışında yolcular da olduğundan sohbete pek elverişli bir ortam yoktu.
Tren durur durmaz, herkesin o telaşlı toparlanmalarına bizler de karıştık yarı uykulu. Montlarımız, poşet ve çantalarımız, herkes kendi eşyalarını toparlama derdinde. Sanırsın ki olağan üstü bir hal var da orada bulunanlar bir an önce tehlikeli alanı terk etmek üzere toparlanıyor.
Bir an önce trenden inme telaşı içinde gerçekten birbirimizi unuttuğumuzu aşağıda karşılaşınca anladık. Kendi kendime oldukça kızdım garipleri unuttuğuma. “Bari tarif edeyim şunlara Mevlana’ya nereden gidileceğini, hangi arabalara nereden binileceğini" dedim.
Yanıma yaklaştılar ve “görüştürene maşallah. Helalleşek gurban, sizi kaybettik diye üzülmüştük” dedi gür sakallı olan.
“Gideceğiniz bir yer var mı ne yapacaksınız” dedim.
Gür sakallı olan; “sadat birini gönderir sen bizi kaygı etme gurban”  dedi.
“Sabahın erken saatinde ne yapacak, nereye gidecek bunlar dedim kendi kendime”
“Sabah sabah nedersiniz, gelin benle. Dedim.  Yolculuk boyunca oluşan muhabbetimize dayanarak  “ lan aslanım siz ne manyak adamlarsınız, kafasızlar, böyle gezme mi olur, insan böyle rast gele yola çıkar mı.  Ben yeğenim falan, bir grup talebede kalacağım. Sizi de onların evine götüreyim. Biraz dinlenir kahvaltı falan edersiniz.”
Eve gittik. Talebe arkadaşlarla tanıştılar, kahvaltı falan, bu arada talebelerle aralarında koyu bir muhabbet ve dostluk bir anda tesis edildi bile. Gerçekten çok şaşırdım. Ne samimiyet, sanki yıllardır ahbaplar.
            *                      *                      *
Onları evde bırakıp üniversiteye gittim.
Geldiğimde biraz uyumuşlar ve öğle namazı için kalkmışlardı.
Bari dedim şunları götüreyim Mevlana  ve civarını gezdireyim.
Mevlâna, Aladdin tepesi, Aladdin camii derken epey yer gezdik. Mevlana civarında bir  nargile salonuna oturduk birer nargile istedik. Nargile içerken düşündüm. “Şunlara bak, ne kadar emin ve teslimiyet içindeler. Her şeyde “sadat birini gönderir “ diyorlar. Peki ben ne yapıyorum dedim. Trenden beri yanlarındayım. Eve götürdüm, kahvaltılarını ettiler, uyudular, bunca sıkışık işimin içinde öğleden sonramı bunlara ayırdım ve gezdiriyorum.”
“Farkında mısınız aslanım” dedim.
“Neyin farkında mıyız hocam” dedi zayıf olan.
“Neyin olacak aslanım”  Sadat trenden beri beni siz iki kafasızın emrine verdi, bunca işim arasında yarım günümü sizi gezdirmekle geçiriyorum.”
Gür sakallı olan; “Farkında olmaz olur muyuz hocam, çıkmadan önce himmet istedik, Konya’yı bilen, sizin gibi yürekli, hoş sohbet birinin karşımıza çıkması için. Ne var bunda. Sadat bizi perişan eder mi. Allah’a şükürler olsun. Sizi tanımak, Konya’yı gezmek, ikiye katladı sevincimizi. Sadatın himmeti üzerinizden eksik olmasın inşallah.
“Allah razı olsun” dedim. Hallerine gıpta ederek.
                        *                      *                      *
Ertesi gün ben işlerimin yoğunluğu içinde kıvranırken, bir ara eve  bir evrak için geldiğimde bizimkileri beni bekler buldum.
“Hayırdır sofiler, gönlünüzce gezebildiniz mi?” dedim.
Gür sakallı olan “evet hocam çok iyi oldu. Allah razı olsun sizden. Vedalaşmaya geldik yarın gideceğiz de.” Dedi.
“Nasıl gideceksiniz? Bildiğim kadarıyla sizin paranız da yoktu.”
“Evet yok hocam. Allah’ın yardımı ve Sadat’ın himmeti hiç eksik olmadı. Kafile doğuya merkeze gidiyor, biz de onlara katılacağız. Ziyaretten sonra da Narlı’da ineceğiz. Oradan Maraş’a nasıl olsa  gitmemiz için sadat himmet eder.”
Yarı şaka yarı ciddi;  “Ulan her zaman dağa mazı yağmaz. İnşallah Narlı’dan Maraş’a kadar sadat sizi yaya yürütmüyor mu.”
Kahkahayla güldük  ve kucaklaştık, çıkıp gittiler. Gerçekten yaya kalmalarını ve bu kadar tedbirsiz oluşlarının cezasını çekmelerini istiyor muydum. Ya da gerçekten tedbirsizler miydi. "amaann” dedim. “Bu işlere karışmamak lazım”
Ertesi günü dönerken hep onları düşündüm. Ulukışla civarında otobüs durdu ve lavaboya giderken cep telefonum çaldı. Gaziantep’den bir arkadaşım arıyordu. “Seni almaya geliyorum Maraşa’a müsaitmisin” dedi.
“Ben Konya’dan geliyorum yoldayım”
Arkadaşımın ısrarına dayanamayıp, Nurdağı’nda indim ve Gaziantep’e gittim. Okulundan bir hoca şiir kitabı çıkarıyormuş matbaaya gittik beraber. Mizanpajına falan baktık. İşimiz bittikten sonra;
“Hocam bu gün burada kal misafirimiz ol. Sohbet ederiz akşam” dediler
Yol yorgunluğu fena yüklenmişti üzerime Maraş’a dönmek, bir an önce kendimi eve atma kararımın kesin olduğunu görünce fazla ısrar edemediler.
Araba ile Maraş’a bırakma tekliflerini memnuniyetle kabul ettim.
                        *                      *                      *
Tam Narlı yol kavşağını geçiyorduk, yol kenarında bekleyenlerin ikisi tanıdık geldi ve içime doğdu.
“Hocam durur musun, lütfen geriye git biraz” dedim.
Aman Allahım. Baktım ki bizimkiler.
“Selamünaleyküm” dedim.
Hayretler içinde kaldılar beni görünce. “ve aleykümselam hocam” dediler
“Lan manyaklar ne bekliyorsunuz burada” dedim.
“Maraş’a gideceğiz araba bekliyoruz “
“Atlayın lan kafasızlar dedim muhabbetle”
Araba hareket edince, gür sakallı olan; “Hocam bir dost istemiştik sadattan bizi Maraş’a götürmek üzere ama, vallahi sizi gönderecekleri aklımıza bile gelmezdi”
“İnşallah Narlı’dan Maraş’a yaya yürürsünüz” dediğim aklıma geldi
“Ben sizin işinize karışmam aslanım. Ama bana da dua etmeyi ihmal etmeyin” dedim.

Hiç yorum yok: